2007-2008 krizi
ABSTARC
2007-08 krizi, günümüze kadar yaşanmış olan krizlerden “başlangıcından
itibaren küresel olma” özelliği ile ayrılmaktadır. 2007 yılının ikinci
yarısından itibaren etkilerini göstermeye başlayan küresel finansal krize neden
olan en önemli olay Amerika Birleşik Devletleri’nde patlak veren Subprime kredi krizidir. Bu krizin köklerinde tarihin en büyük gayrimenkul ve kredi balonu
yatmakla beraber bu krizi kredinin değil ona dayanılarak yapılan islemlerin yarattıgı bir kriz olarak tanımlamak daha
dogrudur.
|
Bu makale
de, küresel krize ilişkin bir değerlendirme çerçevesi sunulmaktadır. İzleyen bölümde, krizin
yapısal kökleri ve ortaya çıkış biçimi ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde, krizin
Türkiye ekonomisini hangi kanallardan nasıl etkileyeceği tartışılmaktadır. Son
bölümdeyse, krizin olumsuz etkilerini
yönetmek ve fırsata dönüştürmek için benimsenebilecek politika
seçenekleri yer almaktadır.
INTRODUCTİON
Dünyada 2007 yılında başlayan ve hızla yayılan küresel krizin bütün ülkeleri
derinden etkilediği ve hemen tüm dengeleri değiştirdiği söylenebilir. Bu kriz, 1929’da yaşanan büyük buhran
dâhil, diğer krizlerden oldukça farklı ve
dünyada bugüne kadar yaşanan ilk gerçek küresel krizdir. Dünyanın en büyük ekonomisi konumundaki ABD’de 2007’de
subprime kredi krizi olarak başlayan küresel finansal krizin kökeni 2000’li
yıllara dayanmaktadır.
Bu krizin, iki önemli unsuru ortaya çıkardığı görülmektedir. Bunlardan
birincisi; küresel kapitalizmin ülke çıkarları söz konusu olduğu zaman ulusallaşma
karsısında yenik düşmesidir. Ülkeler kendi çıkarları söz konusu, ekonomik ve
siyasi kararlarına devletçi taraflarını daha fazla
yansıtmaktadırlar. Kriz sürecinde özellikle gelişmiş ülkelerin piyasalara müdahaleleri, kurtardıkları ve devletleştirdikleri kurumlar bunun bir göstergesidir. Bu süreç sonucunda pek çok ülke, özellikle ABD, ülkedeki en büyük mali kurumların pek çoğunu kontrol ediyor olacaktır. İkincisi ise; önümüzdeki yıllarda ABD Dolarının serbest düşüşünün devam edecek ve dünyanın uluslararası rezerv para birimi olma özelliğini çok büyük ölçüde yitirecek olmasıdır. Kriz sonrası dönemde birçok şey artık eskisi gibi
olmayacaktır. Önümüzdeki süreçte dünya, küresel ekonomik ve politik güçlerin yeniden sekilenmesine tanıklık edecektir.
yansıtmaktadırlar. Kriz sürecinde özellikle gelişmiş ülkelerin piyasalara müdahaleleri, kurtardıkları ve devletleştirdikleri kurumlar bunun bir göstergesidir. Bu süreç sonucunda pek çok ülke, özellikle ABD, ülkedeki en büyük mali kurumların pek çoğunu kontrol ediyor olacaktır. İkincisi ise; önümüzdeki yıllarda ABD Dolarının serbest düşüşünün devam edecek ve dünyanın uluslararası rezerv para birimi olma özelliğini çok büyük ölçüde yitirecek olmasıdır. Kriz sonrası dönemde birçok şey artık eskisi gibi
olmayacaktır. Önümüzdeki süreçte dünya, küresel ekonomik ve politik güçlerin yeniden sekilenmesine tanıklık edecektir.
Hem küresel hem de özellikle ABD’nin yerel dinamiklerde
ortaya çıkan krizi daha iyi anlayabilmek için ilk önce ABD’yi krize götüren
sürecin ve daha sonra krizin nasıl küresel hale geldiğinin incelenmektedir.
Krizin küresel düzeyde etkileri ve Türkiye açısından genel olarak analiz
edilmekte ve mevcut durum değerlendirmesi yapılmaktadır.
2007-2008 KRİZİNİN TARİHÇESİ VE ARKA PLANI
ABD’de 2000 yılında yüksek teknoloji şirketlerinin
hisse senetlerinin oluşturduğu
balonun patlamasının ve 11 Eylül 2001’deki saldırının paralelinde 2001 ve 2002’de yaşanan
ekonomik durgunluğun bir sonucu olarak ABD Merkez Bankası (Federal Reserve-FED) kısa
vadeli gösterge faiz oranlarını düşürmeye başlamıştır. FED ekonomiyi canlandırmak amacıyla
2001’de %6,5 olan kısa vadeli faiz oranlarını 2003’e dek %1’e kadar indirmiştir. Kısa vadeli
faiz oranlarının düşürülmesiyle birlikte bankaların kullandıkları tercihli faiz oranı (prime
interest rate) ve değişken faizli ipotekli konut kredilerinde uygulanan faiz oranları da
düşmüştür. Ocak 2002’de %1,14 olarak kaydedilen enflasyon oranı ise ülke tarihinin en düşük
oranlarından biri olmuştur. Düşük faiz oranlarının ve enflasyon oranının bir sonucu olarak
konut satın alma maliyetleri düşmüş ve talep artmıştır. 2000 yılından sonra sermayenin konut
sektörüne kaymasıyla artmaya başlayan konut fiyatları, konuta olan talebin de artmasıyla
giderek daha hızlı artmaya başlamıştır. Örneğin 2000’de 100.000 dolar değerindeki bir ev
2007’de 160.000 dolarlık bir değere ulaşmıştır. Bu dönemde artan konut fiyatları, konutu
önemli bir yatırım aracı haline de getirmiştir. 2004’te %64 olan ev sahipliği oranı spekülatif
konut alımlarının da etkisiyle 2006’da %69,2’ye dek çıkmıştır. Finans kuruluşları düşük faiz
oranlarının etkisiyle, daha çok risk almış ve daha fazla kâr elde edebilmek için düşük gelirli
hane halklarına yönelik ipotekli konut kredilerini pazarlamaya başlamıştır. Finans kuruluşlarının özensiz konut kredileri vermesinde, 2000’den 2006’ya giderek artan küresel likiditenin de etkisi büyüktür. Yüksek likidite, finans kuruluşlarının işi ve geliri olmayanlara bile kredi vermesine yol açmıştır. Yatırım fonları, gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları ve egemen ülke fonları ve petrolün de içinde bulunduğu emtia ticareti yapan ülkelerdeki yatırımcılar yüksek küresel likiditenin arkasındaki üç aktördür. Bu aktörler 2000 yılından itibaren 11,5 trilyon dolara ulaşan varlıkları ile küresel finans sistemini yönlendirmeye başlamış ve yüksek miktarda tasarruf fazlası sisteme girmiştir. Krizin temelinde düşük gelirli ve zayıf kredi geçmişine sahip hane halklarına verilen yüksek riskli subprime ipotekli konut kredileri (subprime mortgage loan) bulunmaktadır. Bu krediler riskli olduğundan dolayı kredide uygulanan faiz oranı diğer kredilerde uygulanan faiz oranından yüksektir. Subprime ipotekli konut kredilerinin çoğu değişken faizli olmakla beraber, değişken faizli subprime kredide ilk iki veya üç yıl düşük sabit faiz oranı ve daha sonra 6 ayda bir belirli bir endekse göre ayarlanan değişken faiz oranı uygulanır. Düşük faiz oranları ve finans kuruluşlarının risk alması subprime kredi hacmini artırmıştır (ECLAC, 2008: 1; Gup, 2008: 143). 2001 yılında kullandırılan subprime ipotekli konut kredisi tutarı aynı yıl kullandırılan ipotekli kredi toplamının yaklaşık %7’sini oluştururken; bu oran 2006’da %20’lere kadar çıkmıştır. Yine 2001’de yaklaşık 180 milyar dolarlık subprime ipotekli konut kredisi kullandırılmışken, bu tutar 2006’da 600 milyar dolara yükselmiştir. 2001’de 154.000 subprime ipotekli konut kredisi verilmişken, 2006’da aynı tür 753.000 kredi kullandırılmıştır. 2001-2006 yılları arasında yaklaşık 5 milyon konut subprime ipotekli konut kredileri ile finanse edilerek satın alınmıştır. Subprime kredi hacminin artışının ardında ABD’deki sosyal değişimin de etkisi vardır.
balonun patlamasının ve 11 Eylül 2001’deki saldırının paralelinde 2001 ve 2002’de yaşanan
ekonomik durgunluğun bir sonucu olarak ABD Merkez Bankası (Federal Reserve-FED) kısa
vadeli gösterge faiz oranlarını düşürmeye başlamıştır. FED ekonomiyi canlandırmak amacıyla
2001’de %6,5 olan kısa vadeli faiz oranlarını 2003’e dek %1’e kadar indirmiştir. Kısa vadeli
faiz oranlarının düşürülmesiyle birlikte bankaların kullandıkları tercihli faiz oranı (prime
interest rate) ve değişken faizli ipotekli konut kredilerinde uygulanan faiz oranları da
düşmüştür. Ocak 2002’de %1,14 olarak kaydedilen enflasyon oranı ise ülke tarihinin en düşük
oranlarından biri olmuştur. Düşük faiz oranlarının ve enflasyon oranının bir sonucu olarak
konut satın alma maliyetleri düşmüş ve talep artmıştır. 2000 yılından sonra sermayenin konut
sektörüne kaymasıyla artmaya başlayan konut fiyatları, konuta olan talebin de artmasıyla
giderek daha hızlı artmaya başlamıştır. Örneğin 2000’de 100.000 dolar değerindeki bir ev
2007’de 160.000 dolarlık bir değere ulaşmıştır. Bu dönemde artan konut fiyatları, konutu
önemli bir yatırım aracı haline de getirmiştir. 2004’te %64 olan ev sahipliği oranı spekülatif
konut alımlarının da etkisiyle 2006’da %69,2’ye dek çıkmıştır. Finans kuruluşları düşük faiz
oranlarının etkisiyle, daha çok risk almış ve daha fazla kâr elde edebilmek için düşük gelirli
hane halklarına yönelik ipotekli konut kredilerini pazarlamaya başlamıştır. Finans kuruluşlarının özensiz konut kredileri vermesinde, 2000’den 2006’ya giderek artan küresel likiditenin de etkisi büyüktür. Yüksek likidite, finans kuruluşlarının işi ve geliri olmayanlara bile kredi vermesine yol açmıştır. Yatırım fonları, gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları ve egemen ülke fonları ve petrolün de içinde bulunduğu emtia ticareti yapan ülkelerdeki yatırımcılar yüksek küresel likiditenin arkasındaki üç aktördür. Bu aktörler 2000 yılından itibaren 11,5 trilyon dolara ulaşan varlıkları ile küresel finans sistemini yönlendirmeye başlamış ve yüksek miktarda tasarruf fazlası sisteme girmiştir. Krizin temelinde düşük gelirli ve zayıf kredi geçmişine sahip hane halklarına verilen yüksek riskli subprime ipotekli konut kredileri (subprime mortgage loan) bulunmaktadır. Bu krediler riskli olduğundan dolayı kredide uygulanan faiz oranı diğer kredilerde uygulanan faiz oranından yüksektir. Subprime ipotekli konut kredilerinin çoğu değişken faizli olmakla beraber, değişken faizli subprime kredide ilk iki veya üç yıl düşük sabit faiz oranı ve daha sonra 6 ayda bir belirli bir endekse göre ayarlanan değişken faiz oranı uygulanır. Düşük faiz oranları ve finans kuruluşlarının risk alması subprime kredi hacmini artırmıştır (ECLAC, 2008: 1; Gup, 2008: 143). 2001 yılında kullandırılan subprime ipotekli konut kredisi tutarı aynı yıl kullandırılan ipotekli kredi toplamının yaklaşık %7’sini oluştururken; bu oran 2006’da %20’lere kadar çıkmıştır. Yine 2001’de yaklaşık 180 milyar dolarlık subprime ipotekli konut kredisi kullandırılmışken, bu tutar 2006’da 600 milyar dolara yükselmiştir. 2001’de 154.000 subprime ipotekli konut kredisi verilmişken, 2006’da aynı tür 753.000 kredi kullandırılmıştır. 2001-2006 yılları arasında yaklaşık 5 milyon konut subprime ipotekli konut kredileri ile finanse edilerek satın alınmıştır. Subprime kredi hacminin artışının ardında ABD’deki sosyal değişimin de etkisi vardır.
2001’de kullandırılan subprime konut kredisi tutarının
%46’sı kadar menkul kıymetleştirilme yapılmışken, bu oran artarak 2006’da %75’e ulaşmıştır. Yatırımcıların daha
yüksek risk karşılığında daha yüksek
getiri talep etmeleri teminatlı borç senetlerinin hacmini de artırmıştır.
Subprime kredi krizinin
başlamasında en önemli etkenlerden kabul edilen teminatlı borç senetleri,
teminatlı ipotek senedi
(collateralized mortgage obligation-CMO) ile benzer yapıya sahip bir türev menkul kıymet türüdür.
2004 yılında FED’in, hane halkı gelirlerinin satın
alamayacağı şekilde artan konut fiyatlarının
şişirdiği ekonomiyi rahatlatmak ve artmakta olan enflasyon oranını düşürmek
için faiz oranlarını yükseltmesi
krize giden yolun başlangıç noktası olmuştur. FED 2004-2006 yılları arasında faiz oranlarını 17
defa artırmış, 2004 yılında %1 olan faiz oranları 2006 yılında %5,25’e dek çıkmıştır. Merkez
Bankası’nın müdahalesi sonucunda konut balonu patlamış
ve 2006 yılında zirve yapan konut fiyatları düşmeye başlamıştır. Bu
gelişmelerden sonra birçok
subprime kredi borçlusu kredi geri ödemelerini yapamamaya başlamıştır. Faiz oranlarının yükselmesi ve konut
fiyatlarının düşmesi, birçok hane halkının borcunun konut değerini aşmasına sebep olmuştur.
2007’nin başlarından itibaren
geri ödenemeyen kredi sayısı artmaya başlamıştır.
Güvensizliğin artmasıyla ve gelecekteki muhtemel
kayıpları dikkate alan bankalar
birbirlerine borç vermeyi durdurmuş ve tüm kredi piyasası daralmaya başlamıştır. Teminatlı borç senedi piyasasında
likiditenin azalmasıyla piyasa gerilemeye başlamıştır.
2008 Dünya Ekonomik krizin nedenleri :
1.Mortgage Kredilerinin
Yapısının Bozulması
Faizlerin düşük seyrettiği dönemlerde artan risk iştahıyla
kişilerin kredi geçmişlerine bakılmadan verilen subprime mortgage kredilerinde,
faizlerin yükselmesiyle birlikte temerrütler ve icra yoluyla satışlar artmaya
başlamış ve bu durum karmaşık türev araçlarla finansal sisteme yayılarak
dalgalanmaya neden olmuştur.
2.Faiz
yapısının uyumsuzlaşması
Başkan Bush yönetiminde özellikle düşük gelir seviyesine
sahip olan aileleri hedef alan konut edindirmeye yönelik politikaları nedeniyle
her türlü esneklik sağlaması sonucu subprime ve değişik faizli konut
kredilerinin sayısında artış olmuştur. Bu çerçevede kullanılan konut
kredilerinden de özellikle değişken faizli olan mortgage kredilerinin geri
ödeme tutarları faiz oranlarında meydana gelen artış nedeniyle oldukça yüksek
düzeylere ulaşmıştır.
3.Konut fiyatlarındaki
balon artışlar
Konut değerlerinin yüksek olduğu dönemlerde mortgage
kredilerine dayalı menkul kıymetlerin düşük risk grubunda değerlendirilerek
yatırımcılara sunulmasının ardından teminat niteliğindeki konutların
değerlerinde meydana gene ani düşüşler nedeni ile yüksek zararlar
kaydedilmiştir.
4.Menkul kıymetlerin
fonlanmasında yaşanan sıkışıklık
Mortgage kredilerine dayalı olarak ihraç edilen menkul kıymet piyasasının temel kaynağı olan
mortgage kredileri geri ödemelerinde yaşanan sorunlar nedeni ile ikincil piyasanın
fonlanmasında sıkıntılar yaşamaya başlamıştır.Özellikle subprime mortgage
kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi,sermaye piyasasını derinleştirmekten
ziyade mevcut işleyişin temelden bozulmasına neden olmuştur.
5.Kredi türev piyasasının genişlemesi
Kredi temin eden kurumlar alacaklarını teminat göstererek
hacmi trilyon doları bulan konut tahvillerini piyasaya satmışlardır.Bu
tahvillerin getirilen Amerikan hazine bonosunun çok üzerinde olduğu için
özellikle riskli ve yüksek getiri hedefleyen serbest fonların bu tahvillere
yönelmesinde etkili olmuştur.Bankalar,kredi alacaklarını menkul kıymetleştirme
yoluyla yatırım aracı haline çevirdikleri için mortgage piyasaları sadece kredi
veren kuruluşla kredi kullanan arasındaki kredi ilişkisine bağlı bir piyasa
olmadığından tüm finansal sistem artan faizler karşısında dalgalanma dönemine
girmiştir.
6.Kredi derecelendirme
sürecindeki sorunlar
Kredi derecelendirme kuruluşları ardı ardına mortgage
kredilerine dayalı tahvillerin notunu indirirken paralarını fonlardan çekmek
isteyen yatırımcı sayısındaki artışla birlikte bu ürünleri nakde çevirmekte
zorlaşmıştır.Aynı kredi derecelendirme kurumlarının bu tahvillere yakın
tarihlerde olumlu notlar verirken biranda notlarını kırarak indirimlere gitmesi
sistemin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir.Bunun sonucunda yatırım
oranlarının fiyatları oldukça düşmüş ve
milyarlarca dolarlık fonlar değerini kaybetmiştir.
KRİZİN ETKİLERİ
1.Krizin Dünya Ekonomisine Etkileri
2007 yılı
ortalarında ABD emlak piyasalarında ortaya çıkan hareket daha sonra para ve
sermaye piyasalarına yayılarak başta gelişmiş ülke piyasaları olmak üzere
etkisini arttırarak yarattığı yoğun belirsizlik ve hane halkı, firma ile
finansal aracı kurum bilançoları üzerindeki olumsuz etkisiyle tüm piyasaları
etkileyen bir krize dönüşmüştür. Finansal krizin reel ekonomik aktivite
üzerindeki olumsuz etkileri, küresel ölçekte büyüme, ticaret hacmi ve sermaye
hareketleri üzerinde daraltıcı etkisiyle birlikte derinleşmiştir. Gelişmiş
ülkelerde başlayarak daha sonra gelişmekte olan ülkelerde dâhil tüm dünyayı
şiddetli bir şekilde sarsan bu kriz sonucunda pek çok gelişmiş ve gelişmekte
olan ülke resesyona girmiş ve ekonomik yavaşlama küresel ölçekte daha da
belirginlik kazanmaya başlamıştır.Gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan
ülkeler tarafından krize yönelik olarak alınan tüm tedbirlere rağmen, küresel
finans krizinin neden olduğu güven kaybı, ekonomik aktiviteyi küresel ölçekte
yavaşlatarak büyüme oranlarının belirgin bir şekilde azalmasına neden olmuştur.
Küresel iktisadi faaliyetlerdeki yavaşlamayla birlikte, enflasyonist baskılarda
ve dolayısıyla da enflasyon oranlarında hızlı bir düşüş meydana gelmiştir .
Özellikle
ürün fiyatlarında 2008 yılı içinde hızlı düşüşler görülmüştür. Bunun temel
nedeninin, gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik görünümün bozulması sonucunda
ortaya çıkan talepteki daralma olduğu söylenebilir. Bununla birlikte ekonomik
faaliyetlerde meydana gelen gerileme, ücret artışlarını sınırlandırmış ve
karlılığın azalmasına neden olmuştur. Küresel ekonominin, başta gelişmiş
ülkeler olmak üzere bir durgunluk içerisine girmiş olması dünya ticaret
hacminde bir küçülmeye yol açmıştır. Küresel ticaretin 2008 yılının ikinci
yarısından keskin bir biçimde daralmasının en önemli nedeni, gelişmiş
ekonomilerin içinde bulundukları durgunluktur . Küresel krizin, özellikle
gelişmiş ülkelerin hane halkı net varlıkları üzerinde olumsuz etkileri olduğu
görülmektedir. Bu durum, toplam talebin gerilemesine ve krizin daha da
derinleşmesine yol açmaktadır.
Finansal piyasalarda yaşanan dalgalanmaların
bir diğer olumsuz etkisi de uluslar arası sermaye hareketleri üzerinde ortaya
çıkmıştır. Başlangıçta, krizin gelişmiş ülkelerle sınırlı kalacağı, gelişmekte
olan ülkeleri çok fazla etkilemeyeceği şeklindeki beklentilerin tam olarak
gerçekleşmemesi bu ekonomilere yönelik özel sermaye hareketlerinin hızlı bir
biçimde yavaşlamasına neden olmuştur. Küresel özel sermaye hareketlerinde
görülen bu yavaşlama resmi sermaye hareketlerinin önemini arttırmıştır.
Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle ilgili
verilere bakıldığında daralmanın yavaşladığı, ülkeler ve bölgeler itibariyle
farklılık arz etmekle birlikte büyümede yukarı yönlü hareketler olduğu
görülmektedir. Ancak önümüzdeki döneme bakıldığında bu olumlu gelişmelere
rağmen reel sektör ve finans sektörü halen belirli zafiyetler
taşımaktadır. Örneğin, tüketim ve yatırımdaki iyileşme son derece yavaştır.
Özetle, 2007 yılında önce ABD‟de sonrada
gelişmiş ülkelerdeki finansal piyasalarda başlayıp, 2008 yılının son
çeyreğinden itibaren tüm dünyaya yayılarak derinleşen küresel krizin
etkilerinin azalarak da olsa hissedilmeye devam ettiği görülmektedir. Bu dönemde
küresel ekonomik yapıya dair açıklanan veriler, toparlanma eğiliminin sürdüğünü
göstermektedir. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki kamu borçlarının endişe verici
seviyeye ulaşması, kredi piyasalarında var olan sorunların kısmen devam ediyor
olması ve işsizlik oranlarının hala yüksek seviyelerde bulunması küresel
ekonomiye ilişkin sorunlarının kalıcı olarak giderilmesinin uzun zaman
alacağını göstermektedir.
Grafik 3:
Ülkelerin Büyüme Oranları (2000-2010).
Bu krizin,
özellikle iki önemli unsuru ortaya çıkardığı görülmektedir. Bunlardan
birincisi, küresel kapitalizmin ülke çıkarları söz konusu olduğu zaman
ulusallaşma karşısında yenik düşmesidir. Ülkeler kendi çıkarları söz konusu
olduğunda, ekonomik ve siyasi kararlarına devletçi taraflarını daha fazla yansıtmaktadırlar.
Kriz sürecinde özellikle gelişmiş ülkelerin piyasalara müdahaleleri,
kurtardıkları ve devletleştirdikleri kurumlar bunun bir göstergesidir. İkincisi
ise önümüzdeki yıllarda ABD dolarının dünyanın uluslar arası rezerv para birimi
olma özelliğini çok büyük ölçüde yitirecek olmasıdır. Bu kriz mutlaka sona erecektir ancak kriz sonrası dönemde
birçok şey artık eskisi gibi olmayabilir. Önümüzdeki süreçte dünya, küresel,
politik ve ekonomik güçlerin yeniden şekillenmesine tanıklık edecektir.
2.Krizin
Türkiye Ekonomisine Etkileri
Küresel finansal krizin Türkiye’ye faturası da oldukça
ağır olmuştur. Finansal krizin Türkiye ekonomisine etkileri özellikle 2008’in
ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu çerçevede ekonomik
göstergelerde önemli değişimler yaşanmıştır. İhracat 2008’in ikinci yarısından
itibaren düşmeye başlamıştır. Krizin neden olacağı hasarın boyutu aslında reel kesim
ve finans sistemi arasındaki kredi ilişkilerinin seyrine bağlı olarak
belirlenecektir.
Şema 1:
ABD’deki Finansal Krizin Dünya ve Türkiye Ekonomileri Üzerine Etkileri
Kriz
Türkiye’yi dört kanaldan etkileyecektir. Bunlardan ilki ve en önemlisi kredi
kanalıdır. Mevcut durumda Türkiye bankalarında herhangi bir yapısal bozukluk
gözlenmiyor olması yaşadığımız krizi 2001 krizinden ayıran önemli bir unsurdur.
Ancak bu durum bankaların dışarıdan temin edeceği fonlardaki azalmanın önüne
geçemeyeceği için, sendikasyon kredilerinde ve döviz cinsinden borçlanmada
zorluklar kaçınılmazdır. Türkiye’de hem bankalar hem de şirketler, dışarıdaki
bugün bilançosu hasarlı hale gelen bankalardan kredi kullanmışlardır. Bu
kanalın kapanması sonucunda, daralacak olan kredi hacmi, şirketleri ve
bankaları bilanço küçültmeye zorlayacaktır. Büyük şirketlerin aldıkları
kredilerin azalması ise bu şirketlerin tedarik zincirlerini etkileyecektir. Bu
durumda, tedarik zincirlerindeki KOBİ’ler üzerinde oluşacak etki, domino etkisi
biçiminde olacaktır. Ticari kredilerdeki daralma, KOBİ’ler, esnaf ve çalışanlar
tarafından ağır şekilde hissedilecektir. Böyle bir ortamda, şirketlerin zor
duruma düşmesi, banka bilançolarında yapısal bir hasarla karşı karşıya
kalınması sonucuna yol açacaktır. Bu durumun önlenmesi, tasarlanacak tedbir
paketinin başlıca öncelikleri arasında yer almalıdır.
İkinci kanal portföy yatırımı kanalıdır. Hedge
fonları ve özel yatırım fonları (private equity) Türkiye’ye finansman akımında
önem taşımaktadır. Küresel likiditenin genişlediği dönemde, her iki kanalın da
yüksek kredi miktarlarından sağlanan kaldıraç etkisiyle işlediklerine dikkat
edilmelidir. Önümüzdeki dönemde, buradan aktarılacak fonların azalacak olması
Türkiye’ye döviz arzını önemli ölçüde azaltacak, döviz likiditesi açısından
sorunlara yol açacak ve Türk lirasının değer kaybı sürecini hızlandırabilecektir.
Üçüncü kanal
dış-ticaret kanalıdır. Mali piyasalardaki krizin reel sektöre de yansıması
sonucu, tüm dünyada büyüme hızı öngörüleri aşağı doğru güncellenmiştir.
Özellikle gelişmiş ekonomilerin önemli bir kısmının resesyona gireceği
neredeyse kesinleşmiştir. Öngörülerin de ötesinde, küresel ticaret hacminin
hızla daralmakta olduğuna dair göstergeler mevcuttur. Örneğin, Baltık Kuru Yük
Endeksi, Mayıs-Kasım döneminde yaklaşık yüzde 90’lık bir düşüş göstermiştir.
Hammadde fiyatları da anılan dönemde aynı öngörülerden kaynaklanan benzer bir
eğilimi sergilemiştir. Türkiye’nin ihracat hacmi küresel ticaret hacmindeki bu
daralmadan kaçınılmaz olarak etkilemiştir.
Dördüncü ve
son kanal ise, artan risk algılamasının ve azalan güvenin tüketici ve yatırımcı
davranışlarını olumsuz etkilemesidir. Bu belirsizlik ortamından en hızlı
olumsuz etkilenecek kalem özel yatırım harcamalarıdır. Aynı ortamın hane halkı psikolojisinde
ve dolayısıyla bekleyişlerinde neden olacağı bozulma ile özellikle dayanıklı
tüketimin hızla daralması kaçınılmaz olacaktır.
Türkiye’nin
küresel krizden etkilenmesine neden olacak bu dört kanalın aynı anda tıkanması
ihtimalinin oldukça yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Böyle bir durumda,
ekonomimizin kısa bir zaman dilimi içinde bir dizi olumsuz sonuçla
karşılaşmasından duyulan endişeler artmaktadır. Söz konusu olumsuz göstergeler
içinde büyüme oranının daha da yavaşlaması, faiz oranlarının mevcut yüksek
patikasında kalması, enflasyonun yükselmeye devam etmesi, hisse senedi
fiyatlarının düşmesi, işsizliğin artması, Türk lirasının ise hızla değer
kaybetmesi yer almaktadır. Tüm bu olasılıklar, 2001 krizinden sonra yapılan
fedakârlıkların ve başarıyla uygulanan ekonomik program sayesinde elde edilen
kazanımların tehlikeye girmesi anlamına gelmektedir.
Yasanan küresel mali krizin yol açtıgı belirsizlik
ortamının küresel ölçekte sıkılasan
finansal kosulların yanı sıra yatırım ve tüketim harcamalarının da azalmasına neden oldugu ve artan tasarruf egiliminin
de etkisiyle iç talepte sert bir
daralmaya yol açtıgı görülmektedir. Küresel ekonomide artan bu sorunlarla birlikte, Türkiye’de GSYH büyüme oranları
2008 yılının ikinci çeyreginden itibaren belirgin bir sekilde yavaslama egilimine girmistir. 2008 yılının son ve 2009 yılının ilk çeyreginde ise ekonomik faaliyette oldukça sert bir gerileme yasandıgı görülmektedir.
2008 yılının ikinci çeyreginden itibaren belirgin bir sekilde yavaslama egilimine girmistir. 2008 yılının son ve 2009 yılının ilk çeyreginde ise ekonomik faaliyette oldukça sert bir gerileme yasandıgı görülmektedir.
Grafik 5:
Türkiye’de Dönemler İtibari ile Gayri Sayfi Yurtiçi Hasıla Büyüme Oranı
3.Türkiye’de
Hükümetin Krize Bakışı ve Aldığı Önlemler
Yukarıda
bahsedilen kanallar yoluyla Türkiye ekonomisinin hem 2008’in kalanında hem de
2009 yılında son derece olumsuz etkileneceği açıktır. Bu durumda hasarı en aza
indirmek için ne yapılabilir?
I- Özellikle bazı yükselen piyasa ekonomilerinde, mali
sisteme yönelik alınan önlemler Türkiye açısından haksız rekabete yol
açabilecek niteliktedir. Mali krizin her an tekrar şiddetlenmesi ihtimaline
karşı, Türkiye’nin de benzer bir yaklaşımla gerekli yasal düzenlemeleri hazır
tutmasında yarar vardır. Mevduata verilen güvencenin artırılması ve mali
sektörün sermaye yapısının güçlendirilmesi bu tür önlemlerin başında
gelmektedir. Böylelikle, kredi kanalını işleten temel mekanizmanın ayakta
kalmasına yardımcı olunacak ve dolayısıyla olası bir güven bunalımının
önlenmesi için gerekli tedbir altyapısı oluşturulması sağlanabilecektir.
II- Yurt dışından bankalarımıza ve şirketlerimize
sağlanan fon akımlarının devamlılığını sağlayıcı önlemler hayati önemdedir. Bu
çerçevede, aşağıdaki önerilerin tartışılmasında büyük yarar görmekteyiz:
a. IMF ile yeni bir anlaşma imzalanması halinde, döviz
likiditesi ile ilgili olası sorunlar kısmen çözülmüş olacaktır.
b. Yabancı para cinsinden mevduatlar karşılığında
bankaların Merkez Bankası’nda bulundurmak zorunda oldukları karşılık miktarını
azaltmak üzere zorunlu karşılık oranı düşürülebilir.
c. Doğrudan doğruya yurtdışından yabancı para
cinsinden finansman sağlamış işletmelerin sağladığı kredilerin yeniden
çevrilmesi ve ülkenin üretim kapasitesinin korunması açısından, radikal ve
yenilikçi bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yaklaşım, Merkez Bankası’nı
bir ticari banka konumuna sokan yurt dışında çalışanların döviz mevduat
hesaplarının Merkez Bankası bilançosundan çıkarılmasına dayanmalıdır. Doğal
olarak, Merkez Bankası bir ticari banka gibi davranamadığından topladığı bu
fonları reel sektöre herhangi bir ticari banka gibi aktaramamaktadır. Döviz
mevduat hesaplarının ve karşısındaki döviz rezervlerinin ya yeni kurulacak bir
“şirketler kesimi istikrar fonuna” veya doğrudan bankacılık kesimine
aktarılması bu kaynağın günün ihtiyaçları doğrultusunda devreye sokulmasını
sağlayabilir.
III- Kredi kanalına ilişkin bir diğer önemli husus,
şirketlerin ve tüketicilerin yurt içi kredilere erişiminin devamlılığının
sağlanmasıdır. Bu amacı sağlamak üzere aşağıdaki öneriler ortaya konulmaktadır:
a. Mali sektörde sermaye yeterliliğinin
güçlendirilmesi gereği ortaya çıktığında, yukarıda önerilen yasal hazırlıklar
bir an önce yürürlüğe konmalıdır
b. Mali disiplini bozmamak şartıyla, bütçe
harcamalarının yeniden yapılandırılması yoluyla yeni bir kaynak yaratılabilir.
Bu kaynak “şirketler kesimi istikrar fonuna” aktarılabilir. Bu fon bu kaynağı
kullanarak bankacılık kesiminin açacağı kredilere teminat verebilir. Burada
amaç bankaların artan risk algılamasını azaltarak, bankacılık sektörünün yurt
içi kredi hacminin daralmasını engellemektir.
c. Türk lirası cinsinden mevduatlar karşılığında
bankaların Merkez Bankası’nda bulundurmak zorunda oldukları karşılık miktarını
azaltmak üzere zorunlu karşılık oranı düşürülebilir. Tüketici kredilerinin
devamlılığını sağlamakta rol alacak bankalar için zorunlu karşılık oranı
indirimi daha fazla yapılabilir.
d. Gerekli olduğu takdirde, şirketlerimizin bankalara
olan borçlarının yeniden yapılandırılmasını da içeren bir düzenleme çerçevesi
şimdiden hazırlanmalıdır. Bu tür bir düzenleme çerçevesinin kamu bütçesine
getirebileceği yükün şimdiden dikkate alınması gerekmektedir.
IV- Kamu kaynaklarının kullanımını da içeren tüm bu
imkanların bir ahlaki rizikoya yol açmayacak biçimde tasarlanması şarttır. Bu
imkanlardan yararlanan bankaların kredi portföylerini küçültecek önlemlere
başvurmamaları, şirketlerin ise istihdam azaltıcı önlemlere yönelmemeleri
gereği esas olmalıdır.
V- 2009 Bütçe Yasası, 2009 Programı ve Orta Vadeli
Program (OVP) yukarıda anılan hususlarla uyumlu hale getirilmelidir. Kamu
kaynaklarının sınırlı olduğu dikkate alınarak, mevcut 2009 bütçe tasarısındaki
harcama öncelikleri yeniden ele alınmalıdır. Temel ilke ise “büyüme ve
istihdama en çok katkı sağlayacak tedbirin en öncelikli olması”dır.
VI- Küresel krize iki biçimde müdahalede
bulunulabilir. Bunlardan ilki, her ülkenin istikrarı sağlamaya, büyüme ve
istihdam artırmaya yönelik olarak kendi tedbirlerini almasıdır. İkincisi ise,
aynı amaçlara yönelik küresel bir koordinasyon mekanizmasının tesis
edilmesidir. Küresel istikrarın bir küresel “kamu malı” olduğu dikkate
alındığında, ikinci yöntemin Türkiye ve benzeri ülkeler tarafından savunulması
gerektiği açıktır. Bu çerçevede, 15 Kasım 2008’de yapılacak G20 toplantısında
Türkiye ağırlığını bu yönde koymalıdır. Böyle bir tavır, döviz likiditesi
sağlanması gibi mevcut tekil destek mekanizmalarının yerine daha bütüncül,
katılımcı ve sorunun köküne inen mekanizmaların tasarlanmasına imkan
sağlayacaktır. Aynı zamanda, böyle bir tavır Türkiye’nin mevcut tekil destek
mekanizmalarından daha rahat yararlanmasını beraberinde getirecektir.
VII- Yeni G20 mekanizmalarının tasarımının zaman
alacağı düşünüldüğünde ve her halükarda Türkiye’nin döviz rezervlerini
güçlendirmesi, içinde bulunduğumuz dönemde kritik bir önem taşımaktadır. Bu
çerçevede, Körfez ülkeleri gibi servet biriktiren ülkelerden fon akımlarını
artıracak yeni kanalların yaratılması yararlı olacaktır. Son dönemde Londra
merkezli olarak katılım bankacılığı çerçevesinde geliştirilen piyasaların
performansı göz ardı edilmemelidir. Bir kısmı zaten Merkez Bankası bilançosunda
yer alan ve yukarıda reel sektöre yönlendirilmesini önerdiğimiz, yurt dışında
çalışan vatandaşlarımızın tasarruflarının artan bir bölümünün Türkiye’deki mali
sisteme dahil edilmesi için gereken tedbirler alınmalıdır.
VIII- Bu önerilerin özellikle kısa vadedeki sorunlara
çözüm getirmeyi amaçladığı açıktır. Aynı zamanda Türkiye’nin orta vadede çözüm
bekleyen önemli yapısal sorunları bulunmaktadır. Hem bu yapısal sorunların
çözüm sürecini başlatacak hem de krizin fırsata dönüştürülmesi için bir araç
işlevi görecek aşağıdaki önerilerin tartışılması yararlı olacaktır:
a. Kitlesel seferberlik ile bilgisayar ve yabancı dil
eğitimi seviyesi artırılmalıdır. Bu amaçla, İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları
eğitim kurumlarına destek olunmasında kullanılmalıdır.
b. Ekonomi Koordinasyon Kurulu (EKK) ikinci nesil
reformlardan hayata geçirilmesinde önemli rol oynamalıdır. Bu amaçla, EKK’nın
işleyişine ilişkin kurallar yazılı olarak ortaya konulmalıdır. Bu yöndeki
hedeflere 2009 Yılı Programı’nda yer verildiği görülmektedir
KRİZİN GENEL SONUÇLARI
Krizler, kapitalizmin verimsiz yatırımlarla bas etme
mekanizmasıdır.Ekonomilerde her kriz bir yıkım değildir. Yani krizlerin aslında
kapitalizmintemelini sarsacak derecede sert olmadıkları sürece ekonomiyi daha
dagüçlendirecekleri söylenebilir. İçinde bulundugumuz küresel krizkapitalizmin
ne ilk krizidir ne de sonuncusu olacaktır. Günümüz kosullarındakapitalizmin en
yüksek asaması küresellesmesidir. Kapitalizmin küresellesmesi ise piyasa sisteminin özünde yer alan kriz yaratıcı
mekanizmayı bütün dünyaya yaymaktadır.ABD’de
2007 yılında konut piyasasında baslayan çöküntü finansal piyasalarda büyük bir istikrarsızlıga neden olmus ve
daha sonra da likidite krizine dönüserek
dalga dalga bütün dünyaya yayılan küresel krizin zeminini olusturmustur. Bu krizin kökeninde tarihin en büyük
gayrimenkul ve kredi balonu yatmaktadır.
Ancak bu krizi, kredinin degil ona dayanılarak yapılan islemlerin yarattıgı, yüksek hacimli türev
ürünlerinden kaynaklanan bir çesit kriz
olarak tanımlamak daha dogrudur. Piyasa yapısı, denetim eksiklikleri ve bu süreçte izlenen politikalar sonuçta öngörülemeyen
olumsuzluklara yol açmıstır. Finansal
piyasalarda yasanan bu kriz, neticesinde varlık fiyatlarında yasanan hızlı düsüs finansal kurulusların
sermayelerini eriterek bilançolarında çok
büyük hasarlar yaratmıstır. Bu süreçte birçok finansal kurulus iflas etmis ve birçogu da devlet müdahalesine
maruz kalmıstır. 2008 yılı eylül ayından
itibaren derinlik ve yaygınlık kazanan finansal krizin
etkileri hızlı ve yıkıcı bir sekilde ortaya çıkmıs ve halen de devam etmektedir. Yasanan bu krizi sadece bir finansal kriz olarak görmek büyük bir hatadır. Kriz, finansal kriz özellikleri göstermesine ragmen aynı zamanda bir reel sektör krizidir. Krizin ortaya çıkısından günümüze kadarki süreçte
finansal krizin reel sektör üzerindeki etkileri de ortaya çıkmaya baslamıstır.Süregelen finansal kriz neticesinde ortaya çıkan güven kaybıyla, küresel ekonomi uzun yıllar sonra ciddi daralma egilimine girmistir. Önümüzdeki dönemde krizin etkisini daha da genisleterek sürecegi görülmektedir. Bu
baglamda, kapitalist sistemin tarihinde ilk kez küresel bir kriz yasadıgı söylenebilir.
etkileri hızlı ve yıkıcı bir sekilde ortaya çıkmıs ve halen de devam etmektedir. Yasanan bu krizi sadece bir finansal kriz olarak görmek büyük bir hatadır. Kriz, finansal kriz özellikleri göstermesine ragmen aynı zamanda bir reel sektör krizidir. Krizin ortaya çıkısından günümüze kadarki süreçte
finansal krizin reel sektör üzerindeki etkileri de ortaya çıkmaya baslamıstır.Süregelen finansal kriz neticesinde ortaya çıkan güven kaybıyla, küresel ekonomi uzun yıllar sonra ciddi daralma egilimine girmistir. Önümüzdeki dönemde krizin etkisini daha da genisleterek sürecegi görülmektedir. Bu
baglamda, kapitalist sistemin tarihinde ilk kez küresel bir kriz yasadıgı söylenebilir.
Bu krizin ayırt edici niteligi ilk olarak, olusum
seklinin bilinen isleyisin dısında
olmasıdır. İkinci olarak ise, gelirin degil borcun talep sokunu tetiklemis olmasıdır.Küresel ekonomide artan bu
sorunlarla birlikte, Türkiye’de deGSYİH büyüme oranları 2008 yılının ikinci
çeyreginden itibaren belirgin bir sekilde
yavaslama egilimine girmistir.
2008 yılının son ve 2009 yılının ilk çeyreginde ise ekonomik faaliyette oldukça sert bir
gerileme yasandıgıgörülmektedir.Sonuç olarak, gelismis ülkelerin finansal
piyasalarında baslayarak
2008 yılı dördüncü çeyreginden itibaren bütün dünyayı kapsayacak sekilde genisleyen küresel krizin, 2009 yılının ilk çeyreginde reel ekonomi üzerindeki etkilerinin derinlestigi, ikinci çeyreginde de bu etkisini sürdürdügü görülmektedir. Özellikle 2009 yılının ilk çeyreginde, küresel krizin olumsuz etkileri gelismekte olan ülkelerde daha belirgin bir sekilde hissedilmeye baslanmıstır. Bu süreçte, gelismis ülkelerde alınan bütün ekonomik tedbirler küresel bazda bir iyilesmenin gerçeklesebilmesi için yeterli basarıyı saglayamamıstır. ktisadi faaliyetin küresel ölçekte hızlı bir sekilde yavaslamasıyla birlikte büyüme oranları da belirgin olarak gerilemistir. ktisadi faaliyetlerdeki bu yavaslama ve beraberinde ortaya çıkan hızlı issizlik artısı finansal kesim üzerinde oldukça ciddi baskı yaratmıstır. Dolayısıyla, özellikle son dönemde piyasalarda olusan asırı iyimserligi destekleyecek kadar güçlü veriler henüz söz konusu degildir.Hatta tam tersine, yasanan süreçte, iktisadi faaliyete iliskin öncü göstergelerdeki düzelmenin yavas olması, kredi piyasalarında ortaya çıkan sorunların ve istihdam kosullarında zayıflamanın devam etmesi kriz sonrası toparlanmanın kademeli ve oldukça yavas olacagı konusundaki beklentileri desteklemektedir.Türkiye ekonomisi de diger ülkelerin etkilendigi gibi küresel krizden
etkilenmistir. Türkiye dısa açık bir ekonomidir ve ihraç pazarlarının daralmasının etkisi ile yüz yüzedir. Bununla birlikte özellikle petrol ihraç eden ülkelere yapılan ihracattaki azalma çok daha azdır. Buradan bir ülkenin ihracatta ülke ve ürün yelpazesini genisletmesinin önemi bir kez daha anlasılmaktadır.
2008 yılı dördüncü çeyreginden itibaren bütün dünyayı kapsayacak sekilde genisleyen küresel krizin, 2009 yılının ilk çeyreginde reel ekonomi üzerindeki etkilerinin derinlestigi, ikinci çeyreginde de bu etkisini sürdürdügü görülmektedir. Özellikle 2009 yılının ilk çeyreginde, küresel krizin olumsuz etkileri gelismekte olan ülkelerde daha belirgin bir sekilde hissedilmeye baslanmıstır. Bu süreçte, gelismis ülkelerde alınan bütün ekonomik tedbirler küresel bazda bir iyilesmenin gerçeklesebilmesi için yeterli basarıyı saglayamamıstır. ktisadi faaliyetin küresel ölçekte hızlı bir sekilde yavaslamasıyla birlikte büyüme oranları da belirgin olarak gerilemistir. ktisadi faaliyetlerdeki bu yavaslama ve beraberinde ortaya çıkan hızlı issizlik artısı finansal kesim üzerinde oldukça ciddi baskı yaratmıstır. Dolayısıyla, özellikle son dönemde piyasalarda olusan asırı iyimserligi destekleyecek kadar güçlü veriler henüz söz konusu degildir.Hatta tam tersine, yasanan süreçte, iktisadi faaliyete iliskin öncü göstergelerdeki düzelmenin yavas olması, kredi piyasalarında ortaya çıkan sorunların ve istihdam kosullarında zayıflamanın devam etmesi kriz sonrası toparlanmanın kademeli ve oldukça yavas olacagı konusundaki beklentileri desteklemektedir.Türkiye ekonomisi de diger ülkelerin etkilendigi gibi küresel krizden
etkilenmistir. Türkiye dısa açık bir ekonomidir ve ihraç pazarlarının daralmasının etkisi ile yüz yüzedir. Bununla birlikte özellikle petrol ihraç eden ülkelere yapılan ihracattaki azalma çok daha azdır. Buradan bir ülkenin ihracatta ülke ve ürün yelpazesini genisletmesinin önemi bir kez daha anlasılmaktadır.
Yorumlar
Yorum Gönder