2007-2008 krizi



ABSTARC
2007-08 krizi, günümüze kadar yaşanmış olan krizlerden “başlangıcından itibaren küresel olma” özelliği ile ayrılmaktadır. 2007 yılının ikinci yarısından itibaren etkilerini göstermeye başlayan küresel finansal krize neden olan en önemli olay Amerika Birleşik Devletleri’nde  patlak veren Subprime kredi krizidir. Bu krizin köklerinde tarihin en büyük gayrimenkul ve kredi balonu yatmakla beraber bu krizi kredinin değil ona dayanılarak yapılan islemlerin yarattıgı bir kriz olarak tanımlamak daha dogrudur.
Bu makale de, küresel krize ilişkin bir değerlendirme çerçevesi  sunulmaktadır. İzleyen bölümde, krizin yapısal kökleri ve ortaya çıkış biçimi ele alınmaktadır. Üçüncü bölümde, krizin Türkiye ekonomisini hangi kanallardan nasıl etkileyeceği tartışılmaktadır. Son bölümdeyse, krizin olumsuz etkilerini  yönetmek ve fırsata dönüştürmek için benimsenebilecek politika seçenekleri yer almaktadır.
INTRODUCTİON
Dünyada 2007 yılında başlayan ve hızla yayılan küresel krizin bütün ülkeleri derinden etkilediği ve hemen tüm dengeleri değiştirdiği söylenebilir. Bu kriz, 1929’da yaşanan büyük buhran dâhil, diğer krizlerden oldukça farklı ve dünyada bugüne kadar yaşanan ilk gerçek küresel krizdir. Dünyanın en büyük ekonomisi konumundaki ABD’de 2007’de subprime kredi krizi olarak başlayan küresel finansal krizin kökeni 2000’li yıllara dayanmaktadır.
Bu krizin, iki önemli unsuru ortaya çıkardığı görülmektedir. Bunlardan birincisi; küresel kapitalizmin ülke çıkarları söz konusu olduğu zaman ulusallaşma karsısında yenik düşmesidir. Ülkeler kendi çıkarları söz konusu, ekonomik ve siyasi kararlarına devletçi taraflarını daha fazla
yansıtmaktadırlar. Kriz sürecinde özellikle gelişmiş ülkelerin piyasalara müdahaleleri, kurtardıkları ve devletleştirdikleri kurumlar bunun bir göstergesidir. Bu süreç sonucunda pek çok ülke, özellikle ABD, ülkedeki en büyük mali kurumların pek çoğunu kontrol ediyor olacaktır. İkincisi ise; önümüzdeki yıllarda ABD Dolarının serbest düşüşünün devam edecek ve dünyanın uluslararası rezerv para birimi olma özelliğini çok büyük ölçüde yitirecek olmasıdır. Kriz sonrası dönemde birçok şey artık eskisi gibi
olmayacaktır. Önümüzdeki süreçte dünya, küresel ekonomik ve politik güçlerin yeniden sekilenmesine tanıklık edecektir.
Hem küresel hem de özellikle ABD’nin yerel dinamiklerde ortaya çıkan krizi daha iyi anlayabilmek için ilk önce ABD’yi krize götüren sürecin ve daha sonra krizin nasıl küresel hale geldiğinin incelenmektedir. Krizin küresel düzeyde etkileri ve Türkiye açısından genel olarak analiz edilmekte ve mevcut durum değerlendirmesi yapılmaktadır.
2007-2008 KRİZİNİN TARİHÇESİ VE ARKA PLANI
ABD’de 2000 yılında yüksek teknoloji şirketlerinin hisse senetlerinin oluşturduğu 
balonun patlamasının ve 11 Eylül 2001’deki saldırının paralelinde 2001 ve 2002’de yaşanan 
ekonomik durgunluğun bir sonucu olarak ABD Merkez Bankası (Federal Reserve-FED) kısa 
vadeli gösterge faiz oranlarını düşürmeye başlamıştır. FED ekonomiyi canlandırmak amacıyla 
2001’de %6,5 olan kısa vadeli faiz oranlarını 2003’e dek %1’e kadar indirmiştir. Kısa vadeli 
faiz oranlarının düşürülmesiyle birlikte bankaların kullandıkları tercihli faiz oranı (prime 
interest rate) ve değişken faizli ipotekli konut kredilerinde uygulanan faiz oranları da 
düşmüştür. Ocak 2002’de %1,14 olarak kaydedilen enflasyon oranı ise ülke tarihinin en düşük 
oranlarından biri olmuştur. Düşük faiz oranlarının ve enflasyon oranının bir sonucu olarak 
konut satın alma maliyetleri düşmüş ve talep artmıştır. 2000 yılından sonra sermayenin konut 
sektörüne kaymasıyla artmaya başlayan konut fiyatları, konuta olan talebin de artmasıyla 
giderek daha hızlı artmaya başlamıştır. Örneğin 2000’de 100.000 dolar değerindeki bir ev 
2007’de 160.000 dolarlık bir değere ulaşmıştır. Bu dönemde artan konut fiyatları, konutu 
önemli bir yatırım aracı haline de getirmiştir. 2004’te %64 olan ev sahipliği oranı spekülatif 
konut alımlarının da etkisiyle 2006’da %69,2’ye dek çıkmıştır. Finans kuruluşları düşük faiz 
oranlarının etkisiyle, daha çok risk almış ve daha fazla kâr elde edebilmek için düşük gelirli 
hane halklarına yönelik ipotekli konut kredilerini pazarlamaya başlamıştır. Finans kuruluşlarının özensiz konut kredileri vermesinde, 2000’den 2006’ya giderek artan küresel likiditenin de etkisi büyüktür. Yüksek likidite, finans kuruluşlarının işi ve geliri olmayanlara bile kredi vermesine yol açmıştır. Yatırım fonları, gelişmekte olan ülkelerin merkez bankaları ve egemen ülke fonları ve petrolün de içinde bulunduğu emtia ticareti yapan ülkelerdeki yatırımcılar yüksek küresel likiditenin arkasındaki üç aktördür. Bu aktörler 2000 yılından itibaren 11,5 trilyon dolara ulaşan varlıkları ile küresel finans sistemini yönlendirmeye başlamış ve yüksek miktarda tasarruf fazlası sisteme girmiştir. Krizin temelinde düşük gelirli ve zayıf kredi geçmişine sahip hane halklarına verilen yüksek riskli subprime ipotekli konut kredileri (subprime mortgage loan) bulunmaktadır. Bu krediler riskli olduğundan dolayı kredide uygulanan faiz oranı diğer kredilerde uygulanan faiz oranından yüksektir. Subprime ipotekli konut kredilerinin çoğu değişken faizli olmakla beraber, değişken faizli subprime kredide ilk iki veya üç yıl düşük sabit faiz oranı ve daha sonra 6 ayda bir belirli bir endekse göre ayarlanan değişken faiz oranı uygulanır. Düşük faiz oranları ve finans kuruluşlarının risk alması subprime kredi hacmini artırmıştır (ECLAC, 2008: 1; Gup, 2008: 143). 2001 yılında kullandırılan subprime ipotekli konut kredisi tutarı aynı yıl kullandırılan ipotekli kredi toplamının yaklaşık %7’sini oluştururken; bu oran 2006’da %20’lere kadar çıkmıştır. Yine 2001’de yaklaşık 180 milyar dolarlık subprime ipotekli konut kredisi kullandırılmışken, bu tutar 2006’da 600 milyar dolara yükselmiştir. 2001’de 154.000 subprime ipotekli konut kredisi verilmişken, 2006’da aynı tür 753.000 kredi kullandırılmıştır. 2001-2006 yılları arasında yaklaşık 5 milyon konut subprime ipotekli konut kredileri ile finanse edilerek satın alınmıştır. Subprime kredi hacminin artışının ardında ABD’deki sosyal değişimin de etkisi vardır.
2001’de kullandırılan subprime konut kredisi tutarının %46’sı kadar menkul kıymetleştirilme yapılmışken, bu oran artarak 2006’da %75’e ulaşmıştır. Yatırımcıların daha yüksek risk karşılığında daha yüksek getiri talep etmeleri teminatlı borç senetlerinin hacmini de artırmıştır. Subprime kredi krizinin başlamasında en önemli etkenlerden kabul edilen teminatlı borç senetleri, teminatlı ipotek senedi (collateralized mortgage obligation-CMO) ile benzer yapıya sahip bir türev menkul kıymet türüdür.
2004 yılında FED’in, hane halkı gelirlerinin satın alamayacağı şekilde artan konut fiyatlarının şişirdiği ekonomiyi rahatlatmak ve artmakta olan enflasyon oranını düşürmek için faiz oranlarını yükseltmesi krize giden yolun başlangıç noktası olmuştur. FED 2004-2006 yılları arasında faiz oranlarını 17 defa artırmış, 2004 yılında %1 olan faiz oranları 2006 yılında %5,25’e dek çıkmıştır. Merkez Bankası’nın müdahalesi sonucunda konut balonu patlamış ve 2006 yılında zirve yapan konut fiyatları düşmeye başlamıştır. Bu gelişmelerden sonra birçok subprime kredi borçlusu kredi geri ödemelerini yapamamaya başlamıştır. Faiz oranlarının yükselmesi ve konut fiyatlarının düşmesi, birçok hane halkının borcunun konut değerini aşmasına sebep olmuştur. 2007’nin başlarından itibaren geri ödenemeyen kredi sayısı artmaya başlamıştır.
Güvensizliğin artmasıyla ve gelecekteki muhtemel kayıpları dikkate alan bankalar birbirlerine borç vermeyi durdurmuş ve tüm kredi piyasası daralmaya başlamıştır. Teminatlı borç senedi piyasasında likiditenin azalmasıyla piyasa gerilemeye başlamıştır.
2008 Dünya Ekonomik krizin nedenleri :
1.Mortgage Kredilerinin Yapısının Bozulması
Faizlerin düşük seyrettiği dönemlerde artan risk iştahıyla kişilerin kredi geçmişlerine bakılmadan verilen subprime mortgage kredilerinde, faizlerin yükselmesiyle birlikte temerrütler ve icra yoluyla satışlar artmaya başlamış ve bu durum karmaşık türev araçlarla finansal sisteme yayılarak dalgalanmaya neden olmuştur.
      2.Faiz yapısının uyumsuzlaşması
Başkan Bush yönetiminde özellikle düşük gelir seviyesine sahip olan aileleri hedef alan konut edindirmeye yönelik politikaları nedeniyle her türlü esneklik sağlaması sonucu subprime ve değişik faizli konut kredilerinin sayısında artış olmuştur. Bu çerçevede kullanılan konut kredilerinden de özellikle değişken faizli olan mortgage kredilerinin geri ödeme tutarları faiz oranlarında meydana gelen artış nedeniyle oldukça yüksek düzeylere ulaşmıştır.
3.Konut fiyatlarındaki balon artışlar
Konut değerlerinin yüksek olduğu dönemlerde mortgage kredilerine dayalı menkul kıymetlerin düşük risk grubunda değerlendirilerek yatırımcılara sunulmasının ardından teminat niteliğindeki konutların değerlerinde meydana gene ani düşüşler nedeni ile yüksek zararlar kaydedilmiştir.
4.Menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan sıkışıklık
Mortgage kredilerine dayalı olarak ihraç edilen menkul  kıymet piyasasının temel kaynağı olan mortgage kredileri geri ödemelerinde yaşanan sorunlar nedeni ile ikincil piyasanın fonlanmasında sıkıntılar yaşamaya başlamıştır.Özellikle subprime mortgage kredilerinin menkul kıymetleştirilmesi,sermaye piyasasını derinleştirmekten ziyade mevcut işleyişin temelden bozulmasına neden olmuştur.
     5.Kredi türev piyasasının genişlemesi
Kredi temin eden kurumlar alacaklarını teminat göstererek hacmi trilyon doları bulan konut tahvillerini piyasaya satmışlardır.Bu tahvillerin getirilen Amerikan hazine bonosunun çok üzerinde olduğu için özellikle riskli ve yüksek getiri hedefleyen serbest fonların bu tahvillere yönelmesinde etkili olmuştur.Bankalar,kredi alacaklarını menkul kıymetleştirme yoluyla yatırım aracı haline çevirdikleri için mortgage piyasaları sadece kredi veren kuruluşla kredi kullanan arasındaki kredi ilişkisine bağlı bir piyasa olmadığından tüm finansal sistem artan faizler karşısında dalgalanma dönemine girmiştir.
6.Kredi derecelendirme sürecindeki sorunlar
Kredi derecelendirme kuruluşları ardı ardına mortgage kredilerine dayalı tahvillerin notunu indirirken paralarını fonlardan çekmek isteyen yatırımcı sayısındaki artışla birlikte bu ürünleri nakde çevirmekte zorlaşmıştır.Aynı kredi derecelendirme kurumlarının bu tahvillere yakın tarihlerde olumlu notlar verirken biranda notlarını kırarak indirimlere gitmesi sistemin sorgulanmasını da beraberinde getirmiştir.Bunun sonucunda yatırım oranlarının  fiyatları oldukça düşmüş ve milyarlarca dolarlık fonlar değerini kaybetmiştir.
KRİZİN ETKİLERİ
1.Krizin Dünya Ekonomisine Etkileri
2007 yılı ortalarında ABD emlak piyasalarında ortaya çıkan hareket daha sonra para ve sermaye piyasalarına yayılarak başta gelişmiş ülke piyasaları olmak üzere etkisini arttırarak yarattığı yoğun belirsizlik ve hane halkı, firma ile finansal aracı kurum bilançoları üzerindeki olumsuz etkisiyle tüm piyasaları etkileyen bir krize dönüşmüştür. Finansal krizin reel ekonomik aktivite üzerindeki olumsuz etkileri, küresel ölçekte büyüme, ticaret hacmi ve sermaye hareketleri üzerinde daraltıcı etkisiyle birlikte derinleşmiştir. Gelişmiş ülkelerde başlayarak daha sonra gelişmekte olan ülkelerde dâhil tüm dünyayı şiddetli bir şekilde sarsan bu kriz sonucunda pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülke resesyona girmiş ve ekonomik yavaşlama küresel ölçekte daha da belirginlik kazanmaya başlamıştır.Gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkeler tarafından krize yönelik olarak alınan tüm tedbirlere rağmen, küresel finans krizinin neden olduğu güven kaybı, ekonomik aktiviteyi küresel ölçekte yavaşlatarak büyüme oranlarının belirgin bir şekilde azalmasına neden olmuştur. Küresel iktisadi faaliyetlerdeki yavaşlamayla birlikte, enflasyonist baskılarda ve dolayısıyla da enflasyon oranlarında hızlı bir düşüş meydana gelmiştir .
Özellikle ürün fiyatlarında 2008 yılı içinde hızlı düşüşler görülmüştür. Bunun temel nedeninin, gelişmekte olan ülkelerdeki ekonomik görünümün bozulması sonucunda ortaya çıkan talepteki daralma olduğu söylenebilir. Bununla birlikte ekonomik faaliyetlerde meydana gelen gerileme, ücret artışlarını sınırlandırmış ve karlılığın azalmasına neden olmuştur. Küresel ekonominin, başta gelişmiş ülkeler olmak üzere bir durgunluk içerisine girmiş olması dünya ticaret hacminde bir küçülmeye yol açmıştır. Küresel ticaretin 2008 yılının ikinci yarısından keskin bir biçimde daralmasının en önemli nedeni, gelişmiş ekonomilerin içinde bulundukları durgunluktur . Küresel krizin, özellikle gelişmiş ülkelerin hane halkı net varlıkları üzerinde olumsuz etkileri olduğu görülmektedir. Bu durum, toplam talebin gerilemesine ve krizin daha da derinleşmesine yol açmaktadır.





 Finansal piyasalarda yaşanan dalgalanmaların bir diğer olumsuz etkisi de uluslar arası sermaye hareketleri üzerinde ortaya çıkmıştır. Başlangıçta, krizin gelişmiş ülkelerle sınırlı kalacağı, gelişmekte olan ülkeleri çok fazla etkilemeyeceği şeklindeki beklentilerin tam olarak gerçekleşmemesi bu ekonomilere yönelik özel sermaye hareketlerinin hızlı bir biçimde yavaşlamasına neden olmuştur. Küresel özel sermaye hareketlerinde görülen bu yavaşlama resmi sermaye hareketlerinin önemini arttırmıştır.
 Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerle ilgili verilere bakıldığında daralmanın yavaşladığı, ülkeler ve bölgeler itibariyle farklılık arz etmekle birlikte büyümede yukarı yönlü hareketler olduğu görülmektedir. Ancak önümüzdeki döneme bakıldığında bu olumlu gelişmelere rağmen reel  sektör  ve finans sektörü halen belirli zafiyetler taşımaktadır. Örneğin, tüketim ve yatırımdaki iyileşme son derece yavaştır.



 Özetle, 2007 yılında önce ABD‟de sonrada gelişmiş ülkelerdeki finansal piyasalarda başlayıp, 2008 yılının son çeyreğinden itibaren tüm dünyaya yayılarak derinleşen küresel krizin etkilerinin azalarak da olsa hissedilmeye devam ettiği görülmektedir. Bu dönemde küresel ekonomik yapıya dair açıklanan veriler, toparlanma eğiliminin sürdüğünü göstermektedir. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki kamu borçlarının endişe verici seviyeye ulaşması, kredi piyasalarında var olan sorunların kısmen devam ediyor olması ve işsizlik oranlarının hala yüksek seviyelerde bulunması küresel ekonomiye ilişkin sorunlarının kalıcı olarak giderilmesinin uzun zaman alacağını göstermektedir.
Grafik 3: Ülkelerin Büyüme Oranları (2000-2010).

Bu krizin, özellikle iki önemli unsuru ortaya çıkardığı görülmektedir. Bunlardan birincisi, küresel kapitalizmin ülke çıkarları söz konusu olduğu zaman ulusallaşma karşısında yenik düşmesidir. Ülkeler kendi çıkarları söz konusu olduğunda, ekonomik ve siyasi kararlarına devletçi taraflarını daha fazla yansıtmaktadırlar. Kriz sürecinde özellikle gelişmiş ülkelerin piyasalara müdahaleleri, kurtardıkları ve devletleştirdikleri kurumlar bunun bir göstergesidir. İkincisi ise önümüzdeki yıllarda ABD dolarının dünyanın uluslar arası rezerv para birimi olma özelliğini çok büyük ölçüde yitirecek olmasıdır. Bu kriz mutlaka sona erecektir ancak kriz sonrası dönemde birçok şey artık eskisi gibi olmayabilir. Önümüzdeki süreçte dünya, küresel, politik ve ekonomik güçlerin yeniden şekillenmesine tanıklık edecektir.

2.Krizin Türkiye Ekonomisine Etkileri
Küresel finansal krizin Türkiye’ye faturası da oldukça ağır olmuştur. Finansal krizin Türkiye ekonomisine etkileri özellikle 2008’in ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu çerçevede ekonomik göstergelerde önemli değişimler yaşanmıştır. İhracat 2008’in ikinci yarısından itibaren düşmeye başlamıştır. Krizin neden olacağı hasarın boyutu aslında reel kesim ve finans sistemi arasındaki kredi ilişkilerinin seyrine bağlı olarak belirlenecektir.
Şema 1: ABD’deki Finansal Krizin Dünya ve Türkiye Ekonomileri  Üzerine Etkileri

Kriz Türkiye’yi dört kanaldan etkileyecektir. Bunlardan ilki ve en önemlisi kredi kanalıdır. Mevcut durumda Türkiye bankalarında herhangi bir yapısal bozukluk gözlenmiyor olması yaşadığımız krizi 2001 krizinden ayıran önemli bir unsurdur. Ancak bu durum bankaların dışarıdan temin edeceği fonlardaki azalmanın önüne geçemeyeceği için, sendikasyon kredilerinde ve döviz cinsinden borçlanmada zorluklar kaçınılmazdır. Türkiye’de hem bankalar hem de şirketler, dışarıdaki bugün bilançosu hasarlı hale gelen bankalardan kredi kullanmışlardır. Bu kanalın kapanması sonucunda, daralacak olan kredi hacmi, şirketleri ve bankaları bilanço küçültmeye zorlayacaktır. Büyük şirketlerin aldıkları kredilerin azalması ise bu şirketlerin tedarik zincirlerini etkileyecektir. Bu durumda, tedarik zincirlerindeki KOBİ’ler üzerinde oluşacak etki, domino etkisi biçiminde olacaktır. Ticari kredilerdeki daralma, KOBİ’ler, esnaf ve çalışanlar tarafından ağır şekilde hissedilecektir. Böyle bir ortamda, şirketlerin zor duruma düşmesi, banka bilançolarında yapısal bir hasarla karşı karşıya kalınması sonucuna yol açacaktır. Bu durumun önlenmesi, tasarlanacak tedbir paketinin başlıca öncelikleri arasında yer almalıdır.
 İkinci kanal portföy yatırımı kanalıdır. Hedge fonları ve özel yatırım fonları (private equity) Türkiye’ye finansman akımında önem taşımaktadır. Küresel likiditenin genişlediği dönemde, her iki kanalın da yüksek kredi miktarlarından sağlanan kaldıraç etkisiyle işlediklerine dikkat edilmelidir. Önümüzdeki dönemde, buradan aktarılacak fonların azalacak olması Türkiye’ye döviz arzını önemli ölçüde azaltacak, döviz likiditesi açısından sorunlara yol açacak ve Türk lirasının değer kaybı sürecini hızlandırabilecektir.
Üçüncü kanal dış-ticaret kanalıdır. Mali piyasalardaki krizin reel sektöre de yansıması sonucu, tüm dünyada büyüme hızı öngörüleri aşağı doğru güncellenmiştir. Özellikle gelişmiş ekonomilerin önemli bir kısmının resesyona gireceği neredeyse kesinleşmiştir. Öngörülerin de ötesinde, küresel ticaret hacminin hızla daralmakta olduğuna dair göstergeler mevcuttur. Örneğin, Baltık Kuru Yük Endeksi, Mayıs-Kasım döneminde yaklaşık yüzde 90’lık bir düşüş göstermiştir. Hammadde fiyatları da anılan dönemde aynı öngörülerden kaynaklanan benzer bir eğilimi sergilemiştir. Türkiye’nin ihracat hacmi küresel ticaret hacmindeki bu daralmadan kaçınılmaz olarak etkilemiştir.
Dördüncü ve son kanal ise, artan risk algılamasının ve azalan güvenin tüketici ve yatırımcı davranışlarını olumsuz etkilemesidir. Bu belirsizlik ortamından en hızlı olumsuz etkilenecek kalem özel yatırım harcamalarıdır. Aynı ortamın hane halkı psikolojisinde ve dolayısıyla bekleyişlerinde neden olacağı bozulma ile özellikle dayanıklı tüketimin hızla daralması kaçınılmaz olacaktır.
Türkiye’nin küresel krizden etkilenmesine neden olacak bu dört kanalın aynı anda tıkanması ihtimalinin oldukça yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Böyle bir durumda, ekonomimizin kısa bir zaman dilimi içinde bir dizi olumsuz sonuçla karşılaşmasından duyulan endişeler artmaktadır. Söz konusu olumsuz göstergeler içinde büyüme oranının daha da yavaşlaması, faiz oranlarının mevcut yüksek patikasında kalması, enflasyonun yükselmeye devam etmesi, hisse senedi fiyatlarının düşmesi, işsizliğin artması, Türk lirasının ise hızla değer kaybetmesi yer almaktadır. Tüm bu olasılıklar, 2001 krizinden sonra yapılan fedakârlıkların ve başarıyla uygulanan ekonomik program sayesinde elde edilen kazanımların tehlikeye girmesi anlamına gelmektedir.  




Yasanan küresel mali krizin yol açtıgı belirsizlik ortamının küresel ölçekte sıkılasan finansal kosulların yanı sıra yatırım ve tüketim harcamalarının da azalmasına neden oldugu ve artan tasarruf egiliminin de etkisiyle iç talepte sert bir daralmaya yol açtıgı görülmektedir. Küresel ekonomide artan bu sorunlarla birlikte, Türkiye’de GSYH büyüme oranları
2008 yılının ikinci çeyreginden itibaren belirgin bir sekilde yavaslama egilimine girmistir. 2008 yılının son ve 2009 yılının ilk çeyreginde ise ekonomik faaliyette oldukça sert bir gerileme yasandıgı görülmektedir.
Grafik 5: Türkiye’de Dönemler İtibari ile Gayri Sayfi Yurtiçi Hasıla Büyüme Oranı



3.Türkiye’de Hükümetin Krize Bakışı ve Aldığı Önlemler
Yukarıda bahsedilen kanallar yoluyla Türkiye ekonomisinin hem 2008’in kalanında hem de 2009 yılında son derece olumsuz etkileneceği açıktır. Bu durumda hasarı en aza indirmek için ne yapılabilir?
I- Özellikle bazı yükselen piyasa ekonomilerinde, mali sisteme yönelik alınan önlemler Türkiye açısından haksız rekabete yol açabilecek niteliktedir. Mali krizin her an tekrar şiddetlenmesi ihtimaline karşı, Türkiye’nin de benzer bir yaklaşımla gerekli yasal düzenlemeleri hazır tutmasında yarar vardır. Mevduata verilen güvencenin artırılması ve mali sektörün sermaye yapısının güçlendirilmesi bu tür önlemlerin başında gelmektedir. Böylelikle, kredi kanalını işleten temel mekanizmanın ayakta kalmasına yardımcı olunacak ve dolayısıyla olası bir güven bunalımının önlenmesi için gerekli tedbir altyapısı oluşturulması sağlanabilecektir.
II- Yurt dışından bankalarımıza ve şirketlerimize sağlanan fon akımlarının devamlılığını sağlayıcı önlemler hayati önemdedir. Bu çerçevede, aşağıdaki önerilerin tartışılmasında büyük yarar görmekteyiz:
a. IMF ile yeni bir anlaşma imzalanması halinde, döviz likiditesi ile ilgili olası sorunlar kısmen çözülmüş olacaktır.
b. Yabancı para cinsinden mevduatlar karşılığında bankaların Merkez Bankası’nda bulundurmak zorunda oldukları karşılık miktarını azaltmak üzere zorunlu karşılık oranı düşürülebilir.
c. Doğrudan doğruya yurtdışından yabancı para cinsinden finansman sağlamış işletmelerin sağladığı kredilerin yeniden çevrilmesi ve ülkenin üretim kapasitesinin korunması açısından, radikal ve yenilikçi bir yaklaşıma ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yaklaşım, Merkez Bankası’nı bir ticari banka konumuna sokan yurt dışında çalışanların döviz mevduat hesaplarının Merkez Bankası bilançosundan çıkarılmasına dayanmalıdır. Doğal olarak, Merkez Bankası bir ticari banka gibi davranamadığından topladığı bu fonları reel sektöre herhangi bir ticari banka gibi aktaramamaktadır. Döviz mevduat hesaplarının ve karşısındaki döviz rezervlerinin ya yeni kurulacak bir “şirketler kesimi istikrar fonuna” veya doğrudan bankacılık kesimine aktarılması bu kaynağın günün ihtiyaçları doğrultusunda devreye sokulmasını sağlayabilir.
III- Kredi kanalına ilişkin bir diğer önemli husus, şirketlerin ve tüketicilerin yurt içi kredilere erişiminin devamlılığının sağlanmasıdır. Bu amacı sağlamak üzere aşağıdaki öneriler ortaya konulmaktadır:
a. Mali sektörde sermaye yeterliliğinin güçlendirilmesi gereği ortaya çıktığında, yukarıda önerilen yasal hazırlıklar bir an önce yürürlüğe konmalıdır
b. Mali disiplini bozmamak şartıyla, bütçe harcamalarının yeniden yapılandırılması yoluyla yeni bir kaynak yaratılabilir. Bu kaynak “şirketler kesimi istikrar fonuna” aktarılabilir. Bu fon bu kaynağı kullanarak bankacılık kesiminin açacağı kredilere teminat verebilir. Burada amaç bankaların artan risk algılamasını azaltarak, bankacılık sektörünün yurt içi kredi hacminin daralmasını engellemektir.
c. Türk lirası cinsinden mevduatlar karşılığında bankaların Merkez Bankası’nda bulundurmak zorunda oldukları karşılık miktarını azaltmak üzere zorunlu karşılık oranı düşürülebilir. Tüketici kredilerinin devamlılığını sağlamakta rol alacak bankalar için zorunlu karşılık oranı indirimi daha fazla yapılabilir.
d. Gerekli olduğu takdirde, şirketlerimizin bankalara olan borçlarının yeniden yapılandırılmasını da içeren bir düzenleme çerçevesi şimdiden hazırlanmalıdır. Bu tür bir düzenleme çerçevesinin kamu bütçesine getirebileceği yükün şimdiden dikkate alınması gerekmektedir.
IV- Kamu kaynaklarının kullanımını da içeren tüm bu imkanların bir ahlaki rizikoya yol açmayacak biçimde tasarlanması şarttır. Bu imkanlardan yararlanan bankaların kredi portföylerini küçültecek önlemlere başvurmamaları, şirketlerin ise istihdam azaltıcı önlemlere yönelmemeleri gereği esas olmalıdır.
V- 2009 Bütçe Yasası, 2009 Programı ve Orta Vadeli Program (OVP) yukarıda anılan hususlarla uyumlu hale getirilmelidir. Kamu kaynaklarının sınırlı olduğu dikkate alınarak, mevcut 2009 bütçe tasarısındaki harcama öncelikleri yeniden ele alınmalıdır. Temel ilke ise “büyüme ve istihdama en çok katkı sağlayacak tedbirin en öncelikli olması”dır.
VI- Küresel krize iki biçimde müdahalede bulunulabilir. Bunlardan ilki, her ülkenin istikrarı sağlamaya, büyüme ve istihdam artırmaya yönelik olarak kendi tedbirlerini almasıdır. İkincisi ise, aynı amaçlara yönelik küresel bir koordinasyon mekanizmasının tesis edilmesidir. Küresel istikrarın bir küresel “kamu malı” olduğu dikkate alındığında, ikinci yöntemin Türkiye ve benzeri ülkeler tarafından savunulması gerektiği açıktır. Bu çerçevede, 15 Kasım 2008’de yapılacak G20 toplantısında Türkiye ağırlığını bu yönde koymalıdır. Böyle bir tavır, döviz likiditesi sağlanması gibi mevcut tekil destek mekanizmalarının yerine daha bütüncül, katılımcı ve sorunun köküne inen mekanizmaların tasarlanmasına imkan sağlayacaktır. Aynı zamanda, böyle bir tavır Türkiye’nin mevcut tekil destek mekanizmalarından daha rahat yararlanmasını beraberinde getirecektir.
VII- Yeni G20 mekanizmalarının tasarımının zaman alacağı düşünüldüğünde ve her halükarda Türkiye’nin döviz rezervlerini güçlendirmesi, içinde bulunduğumuz dönemde kritik bir önem taşımaktadır. Bu çerçevede, Körfez ülkeleri gibi servet biriktiren ülkelerden fon akımlarını artıracak yeni kanalların yaratılması yararlı olacaktır. Son dönemde Londra merkezli olarak katılım bankacılığı çerçevesinde geliştirilen piyasaların performansı göz ardı edilmemelidir. Bir kısmı zaten Merkez Bankası bilançosunda yer alan ve yukarıda reel sektöre yönlendirilmesini önerdiğimiz, yurt dışında çalışan vatandaşlarımızın tasarruflarının artan bir bölümünün Türkiye’deki mali sisteme dahil edilmesi için gereken tedbirler alınmalıdır.
VIII- Bu önerilerin özellikle kısa vadedeki sorunlara çözüm getirmeyi amaçladığı açıktır. Aynı zamanda Türkiye’nin orta vadede çözüm bekleyen önemli yapısal sorunları bulunmaktadır. Hem bu yapısal sorunların çözüm sürecini başlatacak hem de krizin fırsata dönüştürülmesi için bir araç işlevi görecek aşağıdaki önerilerin tartışılması yararlı olacaktır:
a. Kitlesel seferberlik ile bilgisayar ve yabancı dil eğitimi seviyesi artırılmalıdır. Bu amaçla, İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları eğitim kurumlarına destek olunmasında kullanılmalıdır.
b. Ekonomi Koordinasyon Kurulu (EKK) ikinci nesil reformlardan hayata geçirilmesinde önemli rol oynamalıdır. Bu amaçla, EKK’nın işleyişine ilişkin kurallar yazılı olarak ortaya konulmalıdır. Bu yöndeki hedeflere 2009 Yılı Programı’nda yer verildiği görülmektedir


KRİZİN GENEL SONUÇLARI
Krizler, kapitalizmin verimsiz yatırımlarla bas etme mekanizmasıdır.Ekonomilerde her kriz bir yıkım değildir. Yani krizlerin aslında kapitalizmintemelini sarsacak derecede sert olmadıkları sürece ekonomiyi daha dagüçlendirecekleri söylenebilir. İçinde bulundugumuz küresel krizkapitalizmin ne ilk krizidir ne de sonuncusu olacaktır. Günümüz kosullarındakapitalizmin en yüksek asaması küresellesmesidir. Kapitalizmin küresellesmesi ise piyasa sisteminin özünde yer alan kriz yaratıcı mekanizmayı bütün dünyaya yaymaktadır.ABD’de 2007 yılında konut piyasasında baslayan çöküntü finansal piyasalarda büyük bir istikrarsızlıga neden olmus ve daha sonra da likidite krizine dönüserek dalga dalga bütün dünyaya yayılan küresel krizin zeminini olusturmustur. Bu krizin kökeninde tarihin en büyük gayrimenkul ve kredi balonu yatmaktadır. Ancak bu krizi, kredinin degil ona dayanılarak yapılan islemlerin yarattıgı, yüksek hacimli türev ürünlerinden kaynaklanan bir çesit kriz olarak tanımlamak daha dogrudur. Piyasa yapısı, denetim eksiklikleri ve bu süreçte izlenen politikalar sonuçta öngörülemeyen olumsuzluklara yol açmıstır. Finansal piyasalarda yasanan bu kriz, neticesinde varlık fiyatlarında yasanan hızlı düsüs finansal kurulusların sermayelerini eriterek bilançolarında çok büyük hasarlar yaratmıstır. Bu süreçte birçok finansal kurulus iflas etmis ve birçogu da devlet müdahalesine maruz kalmıstır. 2008 yılı eylül ayından itibaren derinlik ve yaygınlık kazanan finansal krizin
etkileri hızlı ve yıkıcı bir sekilde ortaya çıkmıs ve halen de devam etmektedir. Yasanan bu krizi sadece bir finansal kriz olarak görmek büyük bir hatadır. Kriz, finansal kriz özellikleri göstermesine ragmen aynı zamanda bir reel sektör krizidir. Krizin ortaya çıkısından günümüze kadarki süreçte
finansal krizin reel sektör üzerindeki etkileri de ortaya çıkmaya baslamıstır.Süregelen finansal kriz neticesinde ortaya çıkan güven kaybıyla, küresel ekonomi uzun yıllar sonra ciddi daralma egilimine girmistir. Önümüzdeki dönemde krizin etkisini daha da genisleterek sürecegi görülmektedir. Bu
baglamda, kapitalist sistemin tarihinde ilk kez küresel bir kriz yasadıgı söylenebilir.

Bu krizin ayırt edici niteligi ilk olarak, olusum seklinin bilinen isleyisin dısında olmasıdır. İkinci olarak ise, gelirin degil borcun talep sokunu tetiklemis olmasıdır.Küresel ekonomide artan bu sorunlarla birlikte, Türkiye’de deGSYİH büyüme oranları 2008 yılının ikinci çeyreginden itibaren belirgin bir sekilde yavaslama egilimine girmistir.

2008 yılının son ve 2009 yılının ilk çeyreginde ise ekonomik faaliyette oldukça sert bir gerileme yasandıgıgörülmektedir.Sonuç olarak, gelismis ülkelerin finansal piyasalarında baslayarak
2008 yılı dördüncü çeyreginden itibaren bütün dünyayı kapsayacak sekilde genisleyen küresel krizin, 2009 yılının ilk çeyreginde reel ekonomi üzerindeki etkilerinin derinlestigi, ikinci çeyreginde de bu etkisini sürdürdügü görülmektedir. Özellikle 2009 yılının ilk çeyreginde, küresel krizin olumsuz etkileri gelismekte olan ülkelerde daha belirgin bir sekilde hissedilmeye baslanmıstır. Bu süreçte, gelismis ülkelerde alınan bütün ekonomik tedbirler küresel bazda bir iyilesmenin gerçeklesebilmesi için yeterli basarıyı saglayamamıstır. ktisadi faaliyetin küresel ölçekte hızlı bir sekilde yavaslamasıyla birlikte büyüme oranları da belirgin olarak gerilemistir. ktisadi faaliyetlerdeki bu yavaslama ve beraberinde ortaya çıkan hızlı issizlik artısı finansal kesim üzerinde oldukça ciddi baskı yaratmıstır. Dolayısıyla, özellikle son dönemde piyasalarda olusan asırı iyimserligi destekleyecek kadar güçlü veriler henüz söz konusu degildir.Hatta tam tersine, yasanan süreçte, iktisadi faaliyete iliskin öncü göstergelerdeki düzelmenin yavas olması, kredi piyasalarında ortaya çıkan sorunların ve istihdam kosullarında zayıflamanın devam etmesi kriz sonrası toparlanmanın kademeli ve oldukça yavas olacagı konusundaki beklentileri desteklemektedir.Türkiye ekonomisi de diger ülkelerin etkilendigi gibi küresel krizden
etkilenmistir. Türkiye dısa açık bir ekonomidir ve ihraç pazarlarının daralmasının etkisi ile yüz yüzedir. Bununla birlikte özellikle petrol ihraç eden ülkelere yapılan ihracattaki azalma çok daha azdır. Buradan bir ülkenin ihracatta ülke ve ürün yelpazesini genisletmesinin önemi bir kez daha anlasılmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

çok uluslu şirketler